10 Mart 2013

çingene ruh

dört gündür yıkayıp astığım hazırlığın haddi hesabı yok sanki. sanki eve gelmeyişlerim ellerini var edip arınanları sokuverecek sırtımdaki eve. evini tamamen yitiren, ruhunu hatrından silen bir kadın için sıfırdan başlamak biraz zor, biraz suçlu, biraz heyecanlı ama mahçup. içimdeki bu bana ait olmadığı halde yerleştirilmiş suçluluğu, mahçupluğu kendimden daha derya bir denize fırlatıp atmak istiyorum, içimde eriyip yitsin de yerine yeni ve güzel bir dalganın içinde yıkanayım istiyorum.
şimdi yine asarken çamaşırları kaplumbağa kabuğuma neyi almam gerektiğini düşünüp duruyorum, karar veremiyorum. içimde bir his var sanki hiç gelmemeyişi sağlayabilecekmişim gibi. uçurumdan adımı atsam ve aşağı bakmazsam hep istediğim gibi yorulmadan uçabilecekmişim gibi hissediyorum. bir yanım kanıyor burada kalan... hayır kalan değil kalmak isteyen ama kalmaması gerektiğini anlayan en nihayetinde.
kendime sağlam bir kalkan arıyorum. emek emek öreceğim, sağlam bir kalkana benzeri bulduğumda. sabırla, yıkılmayası hale gelene kadar ilmik ilmik çelik edeceğim kendimi. çelik yürekli olacağım.
zaten öyleyim de... eridi bir, eridi aktı gitti nerede bulamıyor kendini.
çingene hallere gelince.
"biz bir yerde kalamayız, yolda olmalıyız..." diyorlar ya.
hazırlanırken bunu düşünüyorum hep. nereye ne kadar nasıl hazırlanıyoruz. her türlü ihtimalin yükü sırtında.
ne ile karşılaşacağını bilmemenin sevinci, endişesi içinde yuvarlanıyorum.
kendi yükünü kendi edecek, sırtındaki kamburu ne saklı edecek ne de ondan şikayet edecek. sadece yapacak.
sözlenmeden, esaret etmeden, darılmadan. sadece yapılması gerekeni yapacak.
yapacak.
öldürülmesi gereken bir iç var elimde.
elimde de değil zaten artık.
örülmesi gereken çelik bir kalkan var.
konuşulmaya konuşulmaya unutulması gerekenler var.
sonra da zeytin ağacının altındayken, daha önce kimsenin yapmadığı gibi içten saçlarımı öpen rüzgarın keyfiyle acı kahvemi yudumlamak var.

Hiç yorum yok: